ziya gökalp hayatı edebi kişiliği ve eserleri
Site De Rencontre Des Sourds Et Malentendants. Eğitim Öğretim İle İlgili Belgeler > Yazarların Şairlerin Hayatı Kitapları Eserleri ZİYA GÖKALP’IN HAYATI, ESERLERİ / KİTAPLARI, EDEBİ KİŞİLİĞİ YAZARLARIN VE ŞAİRLERİN HAYATI Ziya Gökalp 1876-1924 öncelikle Türkiye'yi Sosyoloji ile tanıştıran kişiydi ve ateşli bir Türk Milliyetçisi olarak sosyolojiyi entellektüel bir temel oluşturmada esas aldı. Mahallî, resmî bir gazetede mesul müdür bir memurun oğlu olan Mehmet Ziya daha sonra Gökalp Diyarbakır'da doğdu, orada laik okullara devam etti ve aynı zamanda islam hukukuna vakıf olan amcasından geleneksel islam ilimlerini öğrendi. 18 yaşında intihara teşebbüs etti. Yine de, bir sonraki yıl İstanbul'a gidebildi ve Baytar Mektebine Veterinary College kaydını yaptırdı. Daha önce Jön Türklerin Young Turks fikirlerinden etkilenen Gökalp, 1985 yılında İstanbul'da gizli bir örgüt olan İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Union and Progress üyesi oldu. 1898'de tutuklandı; bir yıllık mahpusluk devresinden sonra bütün zamanını çalışmalarına adadığı doğduğu şehre sürgün edildi. O yıllarda Paris'te sürgünde olan Jön Türkler Fransız sosyolojisinden çok yoğun olarak Le Play hayranı olan Prens Sabahattin, Osmanlıların sadece bilgi sosyolojik çalışmalar yoluyla sosyal değişmeyi anlayabileceklerini daha sonra bu görüş Gökalp tarafından da desteklenmişti ve imparatorluğu bir arada tutan çeşitli unsurlar arasında uzlaşma sağlama yolunu bulabileceklerini 28 Ağustos, 1099 tarihli Peyman gazetesinin ilk sayısında beyan etmişti. Jön Türk devriminden sonra, 1908'de Gökalp İttihat ve Terakki Fırkası'nın Diyarbakır'daki temsilcisi oldu. Bir yıl sonra, fırkanın Selanik'teki merkez heyetine üye seçildi ve kendisine parti doktrinini anlatma ve genç insanları parti saflarına çekme görevi verildi. 1910 yılında Selanikte sosyoloji öğretimini esas alan bir göreve atandı. Türkiye'de ilk defa gerçekleşen böyle bir atamadan beş yıl sonra da İstanbul Üniversitesi'nde ilk sosyoloji profesörü oldu. O, İstanbul'u Türkiye'deki sosyoloji çalışmaları için bir merkez haline getirirken, bu faaliyeti 1919'a kadar Edebiyat Fakültesinde sürdürdü. 1. Dünya Savaşı sonrasında Malta'ya sürgüne gönderilen Gökalp, yürekli bir Atatürk taraftarı olarak 1921'de Diyarbekir'e geri döndü ve milli liderlere yol göstermek amacıyla sosyolojik makale serileri hazırladığı küçük mecmua'nın sorumlu müdürü oldu. 1922'de Ministry of Public Deparmant of the Education un Ankara'daki Kültürel Yayınlar Dairesine müdür olarak atandı ve orada ünlü eseri "Türkçülüğün Esasları" yayınlandı. Gökalp Jön Türklerin gerçekleştireceği siyasi devrimin, iktisat aile, güzel sanatlar, ahlak ve hukuk gibi alanlarda "Yeni Hayat" ortaya çıkaracak sosyal bir devrimle tamamlanmaya ihtiyaç gösterdiğine inanmıştı. Yeni bir Türk medeniyeti sadece Türkiye'nin gerçek milli değerlerinin kazanılmasıyla yaratabilirdi. 1911'e kadar Gökalp, değerlerin hiçbir şey ifade etmediğine,"fikir-kuvvet"idees forces'un felsefesi öneme haiz olduğuna inanmıştı. Fakat 1912'den sonra Durkheim'in değerlerle ilgili yorumunu collective represantations kollektif temsiller olarak kabul etti. Gökalp, Durkheim'i en önemli sosyolog ve sosyolojinin kurucusu olarak düşünüyordu. Gökalp'e göre tam olarak ifade edildiklerinde idealler olarak adlandırılan kollektif temsiller collective reprasantations. kollektif şuurdaki gerçeklerdir. Değerlerin tek kaynağı toplumun kendisidir, ve bireylerce elde edilen kollektif duygu ve bilgi birikimi kollektif şuuru oluşturur. 1911-1923 1959, Balkan savaşı yenilgisinden sonra, Türkiye için kritik bir dönem başladı. Reformlar üzerindeki tartışmalara İslâmcılık, Batıcılık ve Türkçülük arasındaki çatışmalar öncülük etti. 1912'de İstanbul'a gelen Gökalp, bu çatışmaların daha geniş bir bakışla ele alınarak, giderilmesi gerektiğini hissetti. Gökalp, insanın her biri kendi değer sistemine sahip olan kültür gruplarının ve evrensel kabul ve kültürel yayılma kaabiliyeti olan kural ve tekniklerin bileşimi olduğunu tartıştı. [1911-1923] 1959, Türklerin aynı anda; Türk Milletine, İslâm ümmetine ve Avrupa medeniyetine ait olduğu sosyolojik bir vakaydı. Gökalp [1911-1923] 1959, Heyd 1950, s. 149-15] Gökalp, milliyetçiliğin, modern çağın en güçlü ideali, milletlerin ise, kültür grupları skalasında en üst seviyede gelişmemiş türler olduğunu, yoğunluğu gittikçe artan bir şekilde vurguladı. Millet kavramı içinde, Türk kültürünü, İslâmı ve Batı teknolojisini bir araya getirmenin mümkün olduğunu düşündü. Gökalp, daha sonra, kollektif temsilleri millî âdetlerle bir tutma gerektiği noktasına geldi ve ......" bir milletin kültürünü ait olduğu medeniyetten ayırma çalışmaları yapan disipline kültürel sosyoloji adı verildiğini" öne sürdü. [1911-1923] 1959, Bir sosyoloğun görevinin millî kültür unsurlarını ortaya çıkarmak keşfetmek olduğu inancını takiben, Türk ailesinin evrimi ile pre-islamic İslâm-öncesi Türk dini ve devlet üzerine bir dizi çalışmaya girişti. Gökalp'ın modernleşmiş islâm düşüncesine ait teorisi ilahi kaynaklı olmasından ziyade, sosyal kaynaklı uzlaşma dayanan ve bundan dolayı seküler değişimi parelel olarak değişebilen İslamın kurallarının bir kısmına yönelikti. [1911-1923]1959, Bir devletin seküler olması gerektiğine inanmıştı ve eğitim ve ekonominin millî olması gerektiğinin ısrarlı savunucusuydu. Eğitim ve ve hukuku sekülerleştirme ve kadınlar için eşit haklar teklif etme üzerindeki programları kısmen 1917 - 1918 yıllarında uygulamaya konuldu. Gökalp üzerindeki fikirler ikiye ayrılır. Gökalp, bizzat kendisi, çalışmalarını özgün hale getiren şeyin, Durkheim'ın sosyolojik metodu üzerindeki denemelerini Türk medeniyetine uygulamak olduğunu düşünüyordu. Destekleyicileri ise; onun kültür ve millet bilgi yapısı üzerindeki kavramsallaştırmalarının özgün olduğu ve çalışmalarının, Durkheim geleneğindeki bilimsel sosyolojiyi temsil ettiği konusunda hemfikirdiler; ayrıca, muhalifleri, Gökalp'ın baskın kollektivist fikirlerle, dogmatik tümden ve gelimci bir zihin yapısına sahip olduğunu vurgularlar. Bunların ötesinde, Gökalp, ateşli bir milliyetçiydi ve öğretilerinin Türkiye'nin modernleşmesi yolunda fikrî bir kaynak sağladığına şüphe yoktur. Özet Genç Kalemler dergisinde yayımladığı “Turan” şiiri ile Turancılık düşüncesini benimsediğini ortaya koymuştur. Bu hareketin öncüsüdür. Milli Edebiyatın düşünce temelini atmıştır. Aynı zamanda ilk Türk sosyologlarındandır, sosyoloji ile ilgili önemli makaleler yazmıştır. Genç Kalemler, Türk Yurdu, Yeni Mecmua dergilerinde yazmıştır. Türkçülük düşüncesini sistemleştirmiştir ve eserlerinde işlemiştir. “Türkçülüğün Esasları” adlı yapıtında Türkçülük ve milliyetçilik hareketinin ilkelerini sistemli bir biçimde açıklamıştır. Edebiyatı ve şiiri düşüncelerini açıklamada bir araç olarak görmüştür. “Şiir için değil, şuur için” ifadesini kullanarak “toplum için sanat” anlayışını benimsemiştir. Bir dönem aruz ölçüsünü kullanmış; ancak şiirlerinde genellikle hece ölçüsünü kullanmıştır. 7, 8 ve 11’li kalıpları kullanmıştır. Dili oldukça sadedir, sanatlardan uzak bir dil kullanmıştır. Lirizmden uzak bir söyleyişi vardır. Daha çok didaktik şiirler yazmıştır. Masal niteliği taşıyan şiirleri ve manzum destanları vardır. Biçim yönünden ilk zamanlar gazel, kıta gibi divan edebiyatı nazım biçimlerini, sonra halk edebiyatı nazım biçimlerini kullanmıştır. Dile büyük önem vermiştir. Batı dillerinden alınan sözcüklerin karşılığı olarak yeni sözcükler bulmuştur. Türkçe karşılığı olan Arapça ve Farsça sözcüklerin atılması gerektiğini savunmuş ve halk diline yerleşmiş olanları “Türkçeleşmiş Türkçe” olarak kabul etmiştir. Dil konusundaki düşüncelerini “Lisan” adlı şiirinde açıklamıştır. Beş Hececiler üzerinde etkili olmuş, aruzu bırakarak hece ölçüsüne geçmelerini sağlamıştır. Eserleri, Kitapları Şiir Kızıl Elma, Altın Işık, Yeni Hayat Düzyazı Malta Mektupları mektup, Türkçülüğün Esasları araştırma, Türkleşmek – İslamlaşmak – Muasırlaşmak makale, Türk Medeniyeti Tarihi, Türk Töresi, Türk Ahlakı, Makaleler 10 cilt, Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri “YAZARLARIN ŞAİRLERİN HAYATI KİTAPLARI ESERLERİ ”SAYFASINA GERİ DÖNMEK İÇİN >>>TIKLAYIN>>TIKLAYIN>>TIKLAYINYorumu Evet gerçekten süper bir site Azize ->Yazan Berat 2. **Yorum** ->Yorumu Süper bir site harika olmuş yazılar. ->Yazan azize 1. **Yorum** ->Yorumu adam erken ölmüş allah rahmet eylesin ->Yazan bilal. >>>YORUM YAZ<<<
Halide Edib Adıvar 1882 veya 1884 yılında İstanbul, Beşiktaş’ta doğmuştur. Babası, II. Abdülhamit döneminde Ceyb-i Hümayun, yani Padişah Hazinesi kâtipliği ile Yanya ve Bursa Reji Müdürlüğü yapmış Mehmet Edib Bey, annesi Fatma Berifem Hanım’dır. Halide Edib annesini çok küçük yaşta veremden kaybetmiştir. Çocukluğu, Mevlevi olan ve ileride sanat hayatı üzerinde de etkileri görülen anneannesinin yanında geçmiştir. Ailesi eğitime önem veren bir ailedir. Yedi yaşında iken yaşı büyütülerek Üsküdar Amerikan Kız Koleji’ne girmiş ancak bir öğrencinin ihbarı üzerine Padişah II. Abdülhamit’in iradesiyle okuldan uzaklaştırılmıştır. Evde özel dersler alarak ilköğrenimini tamamlamıştır. İngilizce öğrenirken Amerikalı yazar Jacob Abbott’un “Ana” adlı çocuk kitabını Türkçeye çevirmiştir. Bu kitap 1897’de basılır. Halide Edib, bu çeviri nedeniyle 1899 yılında II. Abdülhamit tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirilmiştir. Sonrasında kolejin yüksek sınıfına geri dönmüş, İngilizce ve Fransızca öğrenmeye başlamıştır. Halide Edib, Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nden mezun olan ilk Müslüman kadındır. Ayrıca Rıza Tevfik’ten özel olarak edebiyat ve felsefe dersleri, Salih Zeki’den matematik, Şükrü Efendi’den de yine özel olarak Arapça dersleri almıştır. Bu hocaların ve onlardan almış olduğu derslerin, edebi kişiliği üzerinde büyük etkisi olmuştur. Halide Edib Adıvar Halide Edib Adıvar, okuldan mezun olduğu 1901’de matematik öğretmeni Salih Zeki Bey ile evlenmiştir. Evliliğinin ilk yıllarında eşine Kamus-ı Riyaziyat adlı eserini yazma konusunda yardımcı olmuştur. Kendisi de ünlü İngiliz matematikçilerin yaşam öykülerini Türkçeye çevirmiştir. Sherlock Holmes hikâyelerinden çeviriler yapmıştır. Emile Zola’nın yapıtlarını büyük ilgiyle okumuştur. Shakespeare’den Hamlet, Coriolanus, Nasıl Hoşunuza Giderse, Antonius ve Kleopatra çevirileri yapmıştır. İlk oğlu Ayetullah 1903 yılında, ikinci oğlu Hasan Hikmetullah Togo 1905’te dünyaya gelmiştir. İlkinden yaklaşık bir buçuk yol sonra dünyaya getirdiği oğluna Togo adını vermesi 1905 yılında gerçekleşen Japon-Rus Savaşı nedeniyledir. Japonların Rusya’yı yenmesinin verdiği heyecanla oğluna Japon Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Togo Heihachiro’nun ismini vermiştir. II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908 yılı Halide Edib’in hayatında bir dönüm noktası olmuştur. Gazetelerde kadın haklarıyla ilgili yazılar yazmaya başlamıştır. İlk yazısı Tevfik Fikret’in çıkardığı Tanin dergisinde yayımlanmıştır. Tanin dergisi dışında Aşiyan, Demet, Büyük Mecmua, Mehasin, Musavver Muhit, Şehbal, Temaşa, Yeni Mecmua, Resimli Kitap gibi dergilerde yazdığı yazılarıyla da dikkati çekmeye başlamıştır. İngiltere’de çıkan The Nation dergisine de yazı göndermiştir. Yazıları, Osmanlı’nın muhafazakâr çevresinin tepkisini çekmiştir. Halide Edib Adıvar, Tanin’de çıkan bir yazısı üzerine, bir daha yazmaması, yazdığı takdirde ölümle cezalandırılacağını bildiren bir tehdit mektubu alır. 31 Mart Ayaklanması sırasında öldürülmesinden endişe edildiği için iki oğluyla birlikte önce Üsküdar Sultantepe’deki Özbekler Dergâhı’nda, bir süre Üsküdar Amerikan Koleji’nde saklanmış, sonrasında Mısır’a gitmiştir. Mısır’da kısa bir süre kaldıktan sonra İngiltere’ye geçmiştir. İngiltere’de kadın hakları konusundaki yazıları nedeniyle kendisini tanıyan İngiliz gazeteci Isabelle Fry’ın evinde konuk olur. İngiltere’ye gidişi o dönemde kadın-erkek eşitliği konusunda Avrupa’da sürüp giden gelişmelere tanık olmasına, Bertrand Russell gibi düşünürlerle tanışmasına vesile olmuştur. İstanbul’daki olayların yatışması üzerine 1909’da İstanbul’a dönmüş ve Darülmuallimat’ta Kız Öğretmen Okulu pedagoji hocalığı yapmaya başlamıştır. Yazılar yazmaya devam etmiştir. Bu dönemde kız öğretmen okullarında öğretmenlik ve vakıf okullarında müfettişlik görevlerinde bulunmuştur. İlk romanı “Heyula” ile ikinci romanı “Raik’in Annesi” 1909 yılında tefrika halinde yayımlanmıştır. Halide Edib Adıvar, ilk romanlarını Halide Salih imzasıyla yazmıştır. Eşi Salih Zeki Bey’in ikinci bir kadınla evlenmek istemesi üzerine ondan 1910 yılında ondan boşanmıştır. Bu tarihten sonraki yazılarını ve kitaplarını Halide Edib imzasıyla yayınlamıştır. 1910 yılında “Seviyye Talip” adlı romanını yayımlamıştır. Bu roman, bir kadının kocasını terk ederek sevdiği erkekle yaşamaya başlamasını anlatır ve Türk edebiyatının ilk feminist eserlerinden biri olarak kabul edilir. Basıldığı dönemde çok aykırı bulunmuş ve sert eleştirilere maruz kalmıştır. Halide Edib, 1911 yılında ikinci kez İngiltere’ye gidip kısa bir süre orada yaşamıştır. Yurda döndüğünde Balkan Savaşı başlamıştır. Modernleşmeye başlayan Türkiye’de kadınların toplum hayatında etkili olmalarını amaçlayan Teali-i Nisvan Cemiyeti’ni Kadınları Yükseltme Derneği kurmuştur. Halide Edib Adıvar, bu dernek aracılığıyla yardım işlerinde çalışmış, Balkan Savaşı sırasında bazı hastanelerde fiilen görev almıştır. Halide Edib Adıvar, 1912 ile 1923 yılları arasında Türkçülük akımının etkisi altınagirer. Türk Yurdu Dergisi etrafında toplanan Ziya Gökalp, Hamdullah Suphi, Ahmet Ağaoğlu ve Yusuf Akçura ile dostluğu bu dönemde başlamıştır. Ziya Gökalp’ten derinden etkilenmiştir. Türk Yurdu dergisinde yazıları yayınlanmıştır. Turancılık fikrini benimseyen Halide Edib, bu düşüncenin etkisiyle “Yeni Turan” 1913 eserini yazmıştır. 1911’de “Harap Mabetler” ve “Handan” romanları yayımlanmıştır. Bu dönemde genç yaşta ölen arkadaşı ressam Müfide Kadri’nin hayatından esinlenerek “Son Eseri” 1913 adlı romanını kaleme alır. Öğretmenlik mesleğinin içinde olduğundan Amerikalı düşünür ve eğitimci Herman Harrell Horne’un “The Psychological Principle of Education” Eğitimin Psikolojik Temeli adlı eserinden yararlanarak eğitim ile ilgili Talim ve Edebiyat adlı kitabı yazmıştır. 1913’te Balkan Savaşları sona erdikten sonra Halide Edib Adıvar öğretmenlikten istifa etmiş ve Kız Mektepleri Umumi Müfettişliği görevine getirilmiştir. 1914’te I. Dünya Savaşı başladıktan yine hastanelerde hastabakıcılık yapmıştır. 1916’da Cemal Paşa’nın daveti üzerine Nakiye Hanım ve Hamdullah Suphi ile birlikte Lübnan’a gitmiş ve orada açılan Türk Darülmuallimatı’na müdür olarak atanmıştır. Lübnan’da iki kız okulu ve bir yetimhane açılması konusunda çalışmıştır. Eylül 1916’da İstanbul’a döndükten sonra, Beyrut’taki Ayni Tura yetimhanesinin müdürlüğü için yapılan teklifi kabul ederek Beyrut’a gitmiştir. Beyrut’ta Yusuf Peygamber ve kardeşlerini konu alan “Kenan Çobanları” adlı üç perdelik operanın librettosunu yazmıştır. Eser Vedi Sebra tarafından bestelenmiş, o yıllarda savaş koşullarına rağmen yetimhane öğrencileri tarafından sahneye konmuştur. Halide Edib Adıvar 1917’de babasına verdiği vekâlet ile Bursa’da, aile doktorları Adnan Adıvar ile evlenmiştir. Türk ordularının Lübnan ve Suriye’yi boşaltması üzerine 4 Mart 1918’de İstanbul’a dönmüştür. Hayatının buraya kadar olan bölümünü “Mor Salkımlı Ev” kitabında anlatır. 1918’de Darülfünun Edebiyat Fakültesi’nde Batı edebiyatı müderrisliğine öğretim üyesi tayin edilir. 16 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi üzerine, İstanbul’da Fatih, Üsküdar ve Sultanahmet’te düzenlenen protesto mitinglerine konuşmacı olarak katılmıştır. Bu mitinglerden özellikle Sultanahmet mitinginde yapmış olduğu konuşma halk üzerinde çok etkili olmuş ve Halide Edib’i milli mücadelenin öncü isimlerinden biri haline getirmiştir. Önceden hazırlanmadan ve yazmadan yaptığı konuşmada sarf ettiği “Milletler dostumuz, hükûmetler düşmanımızdır.” cümlesi bir vecize halini almıştır. İzmir’in işgalinden sonra “millî mücadele” en önemli amacı hâline gelmiştir. Karakol adlı gizli örgüte girerek Anadolu’ya silah kaçırma işinde rol almıştır. Vakit Gazetesi’nin yazarı, Zekeriya ve eşi Sabiha Hanım’ın Serteller çıkarttıkları Büyük Mecmua’nın başyazarı Kemal Paşa ile Gebze İstasyonu’nda İşgalcilere karşı ABD ile işbirliği yapma düşüncesinde olan Refik Halit, Ahmet Emin, Yunus Nadi, Ali Kemal, Celal Nuri gibi aydınlarla 14 Ocak 1919’da Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer alır. Cemiyet, iki ay sonra kapanmıştır. Halide Edib, Amerikan mandası tezini o sıralarda Sivas Kongresi hazırlıklarını sürdürmekte olan Mustafa Kemal’e açıkladığı 10 Ağustos 1919 tarihli bir mektup yazmıştır. Ancak bu tez kongredeki uzun tartışmaların sonunda reddedilir. Yıllar sonra Mustafa Kemal Nutuk’ta “Amerikan Mandası için Propogandalar” başlığı altında Arif Bey, Selahattin Bey, Ali Fuat Paşa ile telgraf görüşmeleri yanında Halide Edib’in mektubuna da yer vermiş ve mandacılığı eleştirmiştir. Halide Edib Adıvar, daha sonra verdiği bir röportajında bu konuda “Mustafa Kemal Paşa haklıymış!” demiştir. İngilizler 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal ettiğinde hakkında idam emri çıkarılan ilk kişiler arasında Halide Edib ile eşi Dr. Adnan da vardır. 24 Mayıs’ta padişah tarafından onaylanan kararda idama mahkûm edilen ilk altı kişi Mustafa Kemal, Kara Vasıf, Ali Fuat Paşa, Ahmet Rüstem, Dr. Adnan ve Halide Edib olmuştur. Haklarında idam kararı çıkmadan önce Halide Edib Adıvar, eşiyle birlikte İstanbul’dan ayrılıp Ankara’daki Millî Mücadele’ye katılmıştır. Çocuklarını İstanbul’da yatılı okulda bırakarak 19 Mart 1920 günü Adnan Bey ile at sırtında yola çıkmışlardır. Geyve’ye ulaştıktan sonra Yunus Nadi Bey ile buluşmuş ve trene binip Ankara’ya gitmişlerdir. Halide Edib Adıvar, Keçiören, Kalaba’daki karargâhta görev alır. Anadolu Ajansı’nın kuruluşu Mustafa Kemal Paşa’dan onay alınca ajans için çalışmaya başlamıştır. İlk kurulduğunda muhabirlikten yazarlığa her kademede çalışmıştır. Millî Mücadele’ye ilişkin bilgileri telgrafı olan yerlere telgrafla iletmek, telgrafı olmayan yerlerde cami avlusuna afiş olarak yapıştırılmasını sağlamak, Avrupa basınını takip ederek Batılı gazetecilerle iletişim kurmak, Mustafa Kemal’in yabancı gazetecilerle görüşmesini sağlamak, bu görüşmelerde tercümanlık yapmak, Yunus Nadi Bey’in çıkardığı Hâkimiyet-i Milliye gazetesine yardımcı olmak ve Mustafa Kemal’in diğer yazı işleri ile ilgilenmek gibi görevleri yürütmüştür. 1921’de Ankara Kızılay Hilaliahmer Cemiyeti başkanı olmuştur. Aynı yıl Eskişehir Kızılay’da da hasta bakıcılık yapar. Ağustos’ta orduya katılma isteğini Mustafa Kemal’e telgrafla iletmiş ve cephe karargâhında görevlendirilmiştir. Sakarya Savaşı sırasında onbaşı olur. Yunanların halka verdiği zararları incelemek ve raporlamakla sorumlu Tetkik-i Mezalim Komisyonu’nda görevlendirilir. “Vurun Kahpeye” romanının konusu bu dönemde oluşmuştur. Halide Edib Adıvar, “Türk’ün Ateşle İmtihanı” 1922 adlı anı kitabı, “Ateşten Gömlek” 1922, “Kalp Ağrısı” 1924, “Zeyno’nun Oğlu” Kurtuluş Savaşı’nı anlatan romanlarıdır. Bir yandan da Milli Mücadele devam ederken Ankara hükümeti tarafından kurulan Hakimiyet-i Milliye gazetesine yazılar yazmıştır. Savaş boyunca cephe karargâhında görev yapan Halide Edib, Dumlupınar Meydan Muharebesi’nden sonra ordu ile İzmir’e gitmiş, İzmir’e yürüyüş sırasında rütbesi başçavuşluğa yükseltilmiştir. Halide Edib savaştaki yararlılıklarından ötürü İstiklal Madalyası ile ödüllendirilir. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra Ankara’ya dönmüştür. Adnan Adıvar, Dışişleri Bakanlığı İstanbul temsilciliği ile görevlendirilince onunla birlikte İstanbul’a gitmiştir. Ateşten Gömlek, ilk olarak İkdam gazetesinde tefrika edilmiştir. Türk edebiyatında Kurtuluş Savaşı üzerine yazılan ilk romandır. Cumhuriyetin ilanından sonra Akşam, Vakit ve İkdam gazetelerinde yazılar yazmıştır. 1923’te Vurun Kahpeye romanı tefrika olarak yayımlanır. Bu dönemde Cumhuriyet Halk Fırkası ve Mustafa Kemal Paşa ile siyasi fikir ayrılıkları yaşamaya başlamışlardır. Adnan Adıvar’ın Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşunda yer alması onları iktidar çevresinden uzaklaştırmıştır. Halide Edib, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılıp Takrir-i Sükun kanununun kabul edilmesiyle tek parti dönemi başlayınca, Adnan Adıvar ile birlikte Türkiye’den ayrılmak zorunda kalmıştır. 1925 yılında İngiltere’ye gitmişlerdir. Burada dört yıl yaşadıktan sonra 10 yılı da Fransa’da geçirmişlerdir. “Zeyno’nun Oğlu” 1928, “Sinekli Bakkal” 1936, “Yolpalas Cinayeti” 1937, “Tatarcık” 1939 Halide Edip Adıvar’ın yurt dışında bulunduğu dönemin eserleridir. Türk kültürünü dünya kamuoyuna tanıtmak amacıyla İngiltere’de Cambridge, Oxford; Fransa’da Sorbonne üniversitesi gibi pek çok yerde konferanslar vermiştir. Halide Edib Adıvar, ayrıca konuşma yapmak üzere Amerika Birleşik Devletleri’ne ve Hindistan’a davet edilmiştir. 1928 yılında ABD’ye ilk gidişinde Williamstown Siyaset Enstitüsü’nde yuvarlak masa konferansına başkanlık yapan ilk kadın olarak dikkat çekmiştir. Bu arada artık ABD’de yaşamakta olan oğullarını, Millî Mücadele’ye katılmak için onlardan ayrılışından 9 yıl sonra ilk defa bu gezi sırasında tekrar görebilmiştir. Halide Edib Adıvar, 1932 yılında Columbia Üniversitesi Barnard Koleji’nden gelen davet üzerine ikinci kez ABD’ye gitmiştir. Barnard Koleji’nde Türk tarihi dersleri; Yale, Illinois, Michigan üniversitelerinde konferanslar vermiştir. “Türkiye Batıya Bakıyor” kitabı bu konferansların sonucunda ortaya çıkmıştır. 1935 yılında İslam üniversitesi Jamia Milia’yı kurmak için açılan kampanyaya katılmak üzere Hindistan’a çağrıldığında Delhi, Kalküta, Benares, Haydarabad, Aligarh, Lahor ve Peşaver üniversitelerinde dersler verir. Bu konferanslarını da bir kitapta toplamış, ayrıca Hindistan izlenimlerini içeren bir kitap daha yazmıştır. “Sinekli Bakkal” 1936 yılında önce İngilizce olarak “The Daughter of the Clown” adıyla yayımlanmıştır. Roman aynı yıl Türkçe olarak Haber gazetesinde tefrika edilmiş ve 1943 yılında CHP Ödülü’nü almıştır. Halide Edib Adıvar, eşi Adnan Adıvar ile birlikte 1939’da İstanbul’a dönmüştür. 1940 yılında İstanbul Üniversitesi’nde İngiliz Filolojisi kürsüsünü kurmakla görevlendirilmiş ve 10 yıl boyunca kürsünün başkanlığını yürütmüştür. Shakespeare hakkında verdiği açılış dersi büyük yankı uyandırmıştır. 1950 yılında Demokrat Parti listesinden İzmir milletvekili olarak TBMM’ye girmiş ve bağımsız milletvekili olarak görev yapmıştır. Bu görevini 1954 yılına kadar sürdürmüştür. 5 Ocak 1954 günü Cumhuriyet Gazetesi’nde Siyasi Vedaname başlıklı bir yazı yayımlayarak görevinden ayrılmış ve üniversitedeki görevine dönmüştür. 1955’te eşi Adnan Adıvar’ı kaybetmiştir. Halide Edib Adıvar, 9 Ocak 1964 tarihinde İstanbul’da 80 yaşındayken böbrek yetmezliği nedeniyle ölmüştür. Halide Edib Adıvar Eserleri Roman • Heyulâ 1909 • Raik’in Annesi 1909 • Seviyye Talip 1910 • Handan 1912 • Son Eseri 1913 • Yeni Turan 1913 • Mev’ud Hüküm 1918 • Ateşten Gömlek 1923 • Vurun Kahpeye 1923 • Kalp Ağrısı 1924 • Zeyno’nun Oğlu 1928 • Sinekli Bakkal 1936 • Yolpalas Cinayeti 1937 • Tatarcık 1939 • Sonsuz Panayır 1946 • Döner Ayna 1954 • Akile Hanım Sokağı 1958 • Kerim Usta’nın Oğlu 1958 • Sevda Sokağı Komedyası 1959 • Çaresaz 1961 • Hayat Parçaları 1963 Hikâye • Harap Mabetler 1911 • Dağa Çıkan Kurt 1922 • İzmir’den Bursa’ya 1963 • Kubbede Kalan Hoş Seda 1974 Anı • Türkün Ateşle İmtihanı 1962 • Mor Salkımlı Ev 1963 Oyun • Kenan Çobanları 1916 • Maske ve Ruh 1945 Kaynaklar – Halide Edip Adıvar – – Halide Edib Adıvar – Hayatı ve Eserleri
Ziya Gökalp, 23 Mart 1876 yılında Diyarbakır’da doğmuştur. Kendisine, babasının isteği üzerine Mehmet Ziya ismi verilmiştir. Babası, Vilayet Evrak Memuru Mehmet Tevfik Efendi 1851-1890, annesi Zeliha Hanım’dır 1856-1923. İlköğrenimini 1883 yazında kayıt yaptırdığı Mercimekörtmesi Mahalle Mektebi’nde tamamlamıştır. Hürriyetle ilgili ilk fikirlerini ise 1886 yılında girdiği Mektebi Rüştiye-i Askeriye’de Askeri Lise hocası Kolağası İsmail Hakkı Bey’den edinmiştir. 1890 yılında amcası Müderris Hacı Hasip Bey’den dersler almaya başlayan Gökalp, 1891 yılında ikinci sınıftan kayıt yaptırarak İdadi-i Mülkiye’ye başlamıştır. 1893 yılında öğretmeni Doktor Yogi’den felsefe dersleri, Maarif Müdürlüğü ve İdadi’de orta öğretim tarih öğretmenliği yapan Mehmet Ali Ayni’den ise tarih dersleri almıştır. Ziya Gökalp, Mehmet Ali Ayni’den gördüğü derslerde tarihin nasıl muhakeme edileceğini öğrenmiştir. Fakat İdadi’nin 7 yıla çıkartılması üzerine Gökalp, buradan ayrılmıştır. Toplumun yaşadığı sıkıntıların üzerinde bıraktığı izlerin yanı sıra, ekonomik olanaksızlıklar yüzünden İstanbul’da öğrenimine devam edememesi ve ailesinin evlilik baskıları gibi nedenler Ziya Gökalp’ı bunalıma sürükleyince, 1894 yılında intihar girişiminde bulunmuştur. Hilmi Ziya Ülken, Gökalp’ın intihar sebebi olarak, Hocası Dr. Yorgi Efendi’den aldığı felsefe eğitimi ile ailesinden aldığı dini muhafazakâr eğitim arasında yaşadığı çatışmayı göstermektedir. İntihar olayından sonra kendini tekrar okumaya ve bilime veren Gökalp, eğitimine devam etme isteğiyle 1895 yılında kardeşi ile birlikte yeniden İstanbul’a gelmiştir. Fakat parası olmadığı için ancak ücretsiz olan Veteriner Mektebine kayıt yaptırabilmiştir. Gökalp, İstanbul’da bulunduğu bu dönemde Batı kültürünü de tanımaya yönelmiştir. Okulda yasak yayınları okuması ve farklı çıkışları ile dikkati çeken Gökalp, 1899 yılında geçirdiği soruşturmanın ardından yasak kitapları okuma ve zararlı derneklere üye olma’ gerekçesiyle cezaevine gönderilmiştir. 12 aylık cezaevi yaşamından sonra, okuldan da uzaklaştırılarak Diyarbakır’a sürülmüştür. 1900 yılında amcasının kızı ile evlenerek Diyarbakır’a yerleşen Gökalp, küçük memuriyetlerde çalışmaya başlamıştır. Bu dönemde Gökalp, bir taraftan eşinin mal varlığı ile rahat bir hayat yaşamaya başlamış; diğer taraftan ise, el altından hürriyet çalışmalarını sürdürmeye devam etmiştir. 1903 yılından sonra Diyarbakır Ticaret Odası’nda çeşitli görevlerde bulunmuş; bu sırada, Vilayet Gazetesi Başyazarlığı görevini de yürütmüştür. 1905 yılında, halka yaptığı kötülükler dolayısıyla aşiret reisi İbrahim Paşa’ya karşı çıkarak halkı ona karşı ayaklandırmıştır. Ziya Gökalp, 1908′de İttihat ve Terakki’nin Diyarbakır, Van ve Bitlis heyetlerinin müfettişliğine atanmıştır. 1909 yılında Darülfünun’da hocalık yapmak üzere İstanbul’a gelen Gökalp; orada birkaç ay kalmış, yeterli ücret alamadığı için tekrar Diyarbakır’a dönerek, “Peyman” gazetesini çıkarmaya başlamıştır. 1909 yılının son aylarında ise İttihat ve Terakki tarafından Selanik’e gönderilmiştir. Ziya Gökalp, 1912′de ailesi ile birlikte bir kez daha İstanbul’a yerleşmiştir. Bu dönemde, Darülfünun ve Eğitim Fakültesinde Gökalp’ın eğitimle ilgili görüşleri kabul edilmiş; ders programları, okutulacak dersler ve kitaplar onun önerileri doğrultusunda kararlaştırılmıştır. Bu dönemden itibaren düşüncelerini ve çalışmalarını Türkçülük etrafında şekillendiren Gökalp, aynı zamanda hayatının en yaratıcı dönemini de yaşamıştır. 1913 ve 1914 yıllarında kendisine teklif edilen Maarif Nazırlığı Milli Eğitim Bakanlığı görevini kabul etmemiş, Edebiyat Fakültesinde İctimaiyyat Müderrisliği Sosyoloji Hocalığı görevine devam etmiştir. Bu göreviyle birlikte Gökalp, İstanbul Üniversitesi’nde ilk sosyoloji profesörü olmuştur. Gökalp’ın Kızılelma adlı eseri 1914′de yayınlanmıştır. 1917′de “Yeni Mecmua” yayın hayatına başlamıştır. 1918′de ise Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak adlı eseri ile Yeni Hayat isimli şiir kitabını yayınlamıştır. 1919 yılının Ocak ayında, asayişi bozma ve Ermenilere zor kullanma’ iddiasıyla Divan-ı Harp’te askeri mahkeme idam cezası ile yargılanan Gökalp, idam cezası almamış, ancak Malta’ya sürülmüştür. Malta’da çok sıkıntılı bir yaşam süren, Gökalp sürgün döneminde çalışmalarına bir süre ara vermek zorunda kalmıştır. 30 Nisan 1921′de Kars Savaşında esir alınan İngilizlerin karşılığında Malta’da esir Türklerin serbest bırakılması ile birlikte Yurda dönerek Diyarbakır’a yerleşmiştir. 1922′de Muallim Mektebi’nde Eğitim Fakültesi felsefe dersleri vermeye başlayan Gökalp, bir taraftan da dergi çıkarma çalışmalarına devam etmiştir. Bu dönemde, Ahmet Ağaoğlu’nun desteği ile “Küçük Mecmua” dergisini çıkarmıştır. Derginin ilk sayısında, tarihi, kültürel, dinsel ve coğrafi birliktelikleri nedeniyle Türkler ve Kürtlerin birbirlerini sevmelerini bir zorunluluk olarak kabul ettiği “Türkler ve Kürtler” adlı makalesini kaleme almıştır. 1923 yılında Telif ve Tercüme Encümeni Reisliği’ne Kültürel Yayınlar Dairesi Müdürlüğü getirilen Ziya Gökalp; aynı yıl, Türkçülüğün Esasları isimli ünlü eserini yayınlamıştır. 11 Ağustos 1923 tarihinde Diyarbakır’dan Milletvekili seçilen Gökalp; bilimsel, kültürel ve eğitim çalışmalarına ara vermiş gibi görünse de, yine bu dönemde de kültürel ve düşünsel çalışmalarına devam etmiştir. Bu bağlamda, “Yeni Türkiye” dergisini çıkarmış, anayasanın hazırlanmasına yardım etmiş, Türk Medeniyeti Tarihi’ni tamamlamaya çalışmış ve Türk dili çalışmalarına katkılarda bulunmuştur. Bu süreçte, Gökalp milli edebiyatın geliştirilmesi yönünde de çaba harcamıştır. Yine, Yeni Türkiye’nin Hedefleri isimli eserini de bu dönemde yayınlamıştır. Hastalandığı dönemde de Türk Medeniyeti Tarihi ve Çınaraltı isimli çalışmalarını sürdürmüş; hatta tedavi için İstanbul’a, Maarif Vekâleti’nden Milli Eğitim Bakanlığı Türk Medeniyeti Tarihi’nin basımı için aldığı avansla gidebilmiştir. 1924 yılı başlarında rahatsızlanan Gökalp, 25 Ekim 1924 tarihinde vefat etmiştir. Ziya Gökalp, günlük yaşamda içe dönük, sakin ve kendi halinde birisi olmuştur. Buna karşın, idealist ve mücadeleci bir yapıya sahip olan, Gökalp en kötü durumlarda bile ümidini kaybetmeyecek kadar kararlı bir kişiliğe sahiptir. Yaşamı boyunca, düşünce ve hayalleri yolunda mücadele vermiş; hiçbir dönem, düşünce ve eylemlerinden ödün verme gereği duymamıştır. Birçok kovuşturma, hapis ve sürgün cezasıyla karşılaşmasının arkasında da yine bu kararlı tutumunun etkileri vardır. Gençlik döneminde, Sultana karşı söz söylemek ve eylemde bulunmaktan çekinmeyen; Gökalp önemli düşünsel yakınlıklara rağmen, Meclise girdiği dönemde Atatürk’e de çok yakın olma gereği duymamıştır. Gençlik yıllarına denk düşen bir dönemde yaşadığı bir bunalım durumu dışında,’ Gökalp in yaşamı hep sosyal ve siyasal mücadele ile geçmiştir. Aynı şekilde, en bunalımlı günlerinde bile Ülkenin kurtulacağına olan güveni tam olmuştur. Ziya Gökalp’ın en güçlü yönlerinden biri de, hiç kuşku yok ki; onun hayal gücüdür. Gökalp’ı, düşünce insanı, maneviyatçı, toplumsal ve ahlaki konularda eylem adamı ve şair yapan çoğunlukla bu yüksek hayal ve düşünebilme gücü olmuştur. Güçlü bir analitik düşünce yeteneğine sahip olan ve vatan sevgisiyle dolu duygu ve düşünce yüklü şiirler yazan Gökalp, aynı zamanda sorumlu bir aile babasıdır. Yaşamının sonlarına doğru, hayatının en zor dönemini yaşadığı hastalık günlerinde, tedavi masraflarının karşılanmasıyla ilgili olarak Atatürk’ten aldığı teklife karşılık, kendisinden sonra eşine ve kızlarına yardım edilmesini istemesi bunun açık örneklerinden biridir. Düşünce Yapısı ve Türkçülük Anlayışı Birçok çağdaşı Türk aydını gibi Ziya Gökalp in düşünsel yapısı üzerinde de, Osmanlı Devleti’nin parçalanma sürecine girdiği dönemde baş gösteren siyasal, askeri, dinsel ve ekonomik sorunların derin izlerini görmek mümkündür. Bu etkilerin de tesiriyle,’i Gökalp n düşünce yapısı içerisinde ulusçuluk anlayışı önemli bir yere sahip olmuştur. Fakat Gökalp’ın ulusçuluğu, etnik temelli değil; kültürel bir ulusçuluktur. Çok farklı alanlarda eserler veren Ziya Gökalp’ın düşünce ikliminin oluşum sürecinde aile çevresi, İsmail Hakkı Bey, Yorgi Efendi, İbrahim Temo, Dr. Abdullah Cevdet, İshak Sukuti ve Naim Beylerin yanı sıra; Genç Türklerin de etkisi olduğu bilinmektedir. Gökalp, düşünsel yaklaşımı dolayısıyla İttihat ve Terakki Cemiyetinde çeşitli kademelerde görevlerde de bulunmuştur. Aynı şekilde, Durkheim’ın sosyolojik yaklaşımları da Gökalp’ın düşünceleri üzerinde önemli izler bırakmıştır. Babası Tevfik Efendi, edebiyata meraklı ve oğlunun en iyi şekilde yetişmesi için çaba sarf eden biridir. Gökalp’ın edebiyat merakının da babasından geçtiği söylenebilir. Avrupa’da Yetişen gençleri kültürlerine yabancı kaldıkları, medresedeki öğrencileri de dünyadaki gelişmelerden haberdar olmadıkları gerekçesiyle eleştiren Tevfik Efendi, oğlundan Doğu değerlerini özümseyip, Müslüman kalarak Batılı bir eğitim almasını ve her iki kültürü de öğrenip bunları kıyas ve telif etmesini istemiştir. Tevfik Efendi’nin bu tutumunun Ziya Gökalp’ın hayatındaki etkileri büyük olmuştur. 28 Aralık 1888′de Namık Kemal’in vefatı üzerine; Tevfik Efendi’nin oğluna, onun gibi hürriyetçi ve vatansever olmayı öğütlemesi de Gökalp’ın hayatındaki önemli dönüm noktalarından birisidir. Bununla birlikte, annesi ve babaannesinin de, aldıkları eğitim ve geldikleri muhitin de etkisiyle Gökalp in üzerinde en az babası kadar etkili ve yönlendirici olduklarını belirtmek gerekir. Diyarbakır’da özel felsefe dersleri aldığı Dr. Yorgi Efendi, İstanbul’a gelince, Gökalp ve arkadaşları ile bir toplantı yapmıştır. Onlarla yaptığı bir sohbette Türk gençlerinin Meşrutiyeti kurmak için çalıştıklarını, bunun övgüye değer bir gayret olduğunu belirtmiştir. Yapılacak devrimin faydalı ve etkili olabilmesi için mutlaka ülkenin sosyolojik ve psikolojik yapısına uygun olması gerektiğini ifade eden hocasının bu vasiyeti, Gökalp’ın yapmayı düşündükleri üzerinde yönlendirici bir etkiye sahip olmuştur. 1899-1900 yıllarında tutuklu bulunduğu sırada tanıştığı Naim Bey, Gökalp üzerinde önemli etkiler bırakan simalardan bir diğeridir. Naim Bey, Meşrutiyetin mutlaka ilan edileceğini, ama ilk meşrutiyetin uzun süreli olmayacağını; Meclisin, entrikalar ve rant kavgaları sonucu kapatılacağını söylemiştir. Ona göre, meclisin kapanmasında en önemli neden, derin bir uykuda olan halkın meşrutiyetin kıymetini bilmemesidir. Halka, meşrutiyetin gereği anlatılmalıdır. Bunun da tek yolu özgür basındır. Gökalp, basının özgürleştirilmesini rastladığı her gence öğütlediğini belirtmiştir. Kendisine, Naim Bey’in vasiyetini rehber kabul eden Gökalp; onu, kendisi için bir pir akıl hocası olarak nitelendirmiştir. Gökalp, bu vasiyeti kendinden sonra gelecek gençlere, Türkçü bilginin vasiyeti olarak sunmuştur. İdadi orta öğretim yıllarından itibaren felsefe ve sosyal bilimlere ilgi duymaya başlayan, Gökalp Fransızca derslerini İdadi hocalarından Yorgi Efendi’den almıştır. Kendisinde felsefe merakını uyandıran da yine Yorgi Efendi olmuştur. Düşünsel bir süreç olarak, Genç Türkler ve İttihat ve Terakki ile Ziya Gökalp’ın düşünce ve ilişki yakınlığı askeri lise yıllarına kadar uzanmaktadır. İmparatorluğun içinde bulunduğu bunalımlar birçok mektep öğrencisi gibi Gökalp’ı de derinden etkilemiştir. Bu nedenle, Gökalp okul yıllarından itibaren ülke sorunlarıyla ilgili konulara yakın ilgi göstermiş; yaşamı boyuca birçok siyasi ve sosyal örgütlenme içerisinde yer almıştır. Başlangıçta Fransız filozof Alfred Foulille’nin etkisinde kalmasına rağmen, Durkheim sosyolojisinin iyi bir okuyucusu ve takipçisi olan Gökalp, bu ekolün etkisiyle “Türk Sosyoloji Ekolü”nü kurmuştur. Yine, pozitivist bir yönü de olan Gökalp’ in, topluma doğru bir yönelim gösteren toplumsal teoremi üzerinde de Durkheim’ın görüşleri belirleyici olmuştur. Ziya Gökalp düşünce dünyasında Selanik önemli bir yer tutmuştur. Gökalp, Selanik’e gidişinden sonra daha önce savunduğu düşüncelerin pek çoğunu terk etmiştir. Bununla birlikte, medreselerin düzeltilmesi ve eğitimde yenileşme gibi yazılarında sıkça savunduğu bazı düşüncelerinden vazgeçmemiştir. İttihat ve Terakki tarafından Selanik’e tayin edilmesi, Ziya Gökalp’ın hayatında yeni bir dönüm noktası olmuştur. Bu dönemde, dilde Türkçülüğü savunan Genç kalemler grubuna katılmış; bu dergide, dilde Türkleşme ile ilgili yazılar yazmaya başlamıştır. Burada, özellikle Ömer Seyfettin’den etkilenen Gökalp, artık Türkçü Gökalp’tır. Gökalp’ın dil çalışmalarına katılmasıyla, dilde yenileşme ve Türkçeleşme çalışmaları hız kazanmıştır. Çünkü Ona göre tüm toplumsal faaliyetlerin yegâne temeli lisandır. Kültürü ve kültürü ortaya çıkaran dili, millet olmanın en önemli unsurları arasında kabul eden Gökalp, dilde Türkleşme olmazsa, vicdanların, dinin ve vatanın parçalanacağını düşünmektedir. Dilde yenileşmenin ve Türkçülüğün bir karşılığı olarak “arı Türkçecilik” ifadesini kullanan Gökalp; arı Türkçeciliği, dilin Arap ve Fars köklerinden arındırılarak, bunların yerine Türkçe köklerden yeni eklerle yapılacak yeni Türkçe kelimelerin kullanılması olarak tanımlar. Buna karşın, karşılıkları bulununcaya kadar, sözcük ve terimlerin Arapça ve Farsçalarının kullanılmasını önerir. Burada Gökalp’ın, dili, ilintili bağlarından hemen koparmanın zorluğuna ve sakıncalarına yaptığı vurguyu belirtmek gerekir. Böylece, dilde ve kültürde özden beslenen bir dinamizm yakalamak isteyen Gökalp, Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak ilkesi çerçevesinde Türkçeyi, anlam bakımından modernleştirmek, terim bakımından İslamlaştırmak, gramer ve yazın bakımından ise Türkleştirmek gerektiğini belirtmiştir. Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak isimli eserinde de bu durumu, “Türk milletindenim, İslam Ümmetindenim, Avrupa Medeniyetindenim” ifadesi ile ortaya koymuştur. Ziya Gökalp’ın “Türk ulusuna, İslam dinine ve Batı uygarlığına dahiliz” şeklinde yaygın bir sunuş haline getirdiği söylemin, aynı dönemlerde benzer siyasal, ekonomik ve kültürel etkileri duyan Yusuf Akçura ve Hüseyinzade Ali tarafından da gündeme getirildiği görülmektedir. Yine burada da, oldukça geniş bir coğrafyada, zengin ve dinamik kültür dünyasına sahip; ekonomik, siyasal ve askeri açıdan çok güçlü bir İmparatorluk sürecinden; siyasal, kurumsal, ekonomik ve askeri bunalımlarla birlikte geriye çekilme /ulus sürecine geçme sorunlarına karşı teori üretme ve çözüm arayışlarının etkili olduğunu belirtmek gerekir. Dolayısıyla, Ziya Gökalp’ın siyasal düşünceleri ile dönemin siyasal olguları arasında paralel bir ilişkinin bulunduğunu söylemek mümkündür. İlk dönemlerinde Osmanlıcılık ve ümmetçilik anlamında olmasa bile, İslamcılık düşüncelerine de ilgi gösterdiği bilinen Gökalp’ın milliyetçilik anlayışı ile modern ulus-devletin ve yeni Cumhuriyetin kurucu iradesinin benimsediği milliyetçilik anlayışları arasında büyük bir örtüşme vardır. Gökalp’e göre, milleti oluşturan değerlerin başında dil birliği, kültürel paylaşım ve din gelmektedir. Bir başka ifadeyle Gökalp, bir kültür milliyetçiliğini öngörmekte, millet olabilmek için etnik ayrıştırmalara ilgi göstermemektedir. Buna, Gökalp, kültür milliyetçiliği’ adını vermektedir. Böylece Gökalp, dünya ve coğrafi gerçeklere uygun bir millet tanımlamasına gitmektedir. Cumhuriyetin kurucu iradesi tarafından benimsenen Gökalp’ın bu milliyetçilik yaklaşımı, başta Birleşik Amerika olmak üzere, çağdaş toplumlarda da varlık ve önemini devam ettirmektedir. Yer yer öne çıkarılan etniklik ve yerellikle, ulus olgusu ve uluslaşma bilincinin birbirinden çok farklı şeyler olduğunun açık olarak vurgulandığı günümüzde; Gökalp’ın ortaya koyduğu ulus tanımlamasının geçerliği daha iyi anlaşılır olmaktadır. Ziya Gökalp’ın, ulus olmanın gereklerinden biri olarak belirttiği din birliği ile dindaşlığa dayanan birlik birbirinden farklıdır ve zaten Gökalp; ümmet’ olarak tanımlanan dindaşlık birlikteliğine de karşıdır. Ona göre; din, birbirinden farklı coğrafyalarda, farklı kültür dünyalarında ve değişik toplumlarda aynı olabilir; ancak, millet olmak için din birlikteliğinden başka kültür ve dil birliği de gerekmektedir ki; kültür birlikteliği için ortak toplumsal deneyimler, paylaşımlar, duyuş ve düşünüşlere ihtiyaç vardır. Bu çerçevede; din dilinin de Türkçeleşmesi gerektiğini savunan Gökalp’ın bu yaklaşımı, Cumhuriyet’in kuruluşunu takip eden ilk onlu yıllarda bir dönem yaşama da geçmiştir. Merkezi bir din hizmetleri idaresinin kurulmasında Diyanet İşleri Başkanlığı olduğu gibi, birçok Cumhuriyet kurumunun yanı sıra, siyasal, kültürel ve dinsel uygulamaların ortaya çıkışında da yine Gökalp’ın etkilerinin olduğu muhakkaktır. Buradan hareketle, ikinci meclise de seçilen Ziya Gökalp ile Atatürk arasında bir ilişki yakınlığı olmasa bile; düşünsel paralelliklerin ve paylaşımların olduğu açıktır. Zira hastalığının ilerlemesi üzerine, masrafları Devlet tarafından karşılanmak üzere yurt dışında tedavi olmasını öneren Atatürk’ten; tedavi masraflarını değil, kendisinden sonra ailesine yardım edilmesini isteyen Gökalp’ın bu isteği, Atatürk’ün önerisi üzerine Meclis tarafından çıkarılan bir kanunla yerine getirilmiştir. Yoğun bir şekilde kültür milliyetçiliği vurgusu yapan Gökalp, etnik milliyetçiliğe/ırkçılığa karşı bir düşünce yapısına sahip olmuştur. Ona göre, toplumların karakterleri kalıtımsal değil, kültür ve eğitim yoluyla şekillenmektedir. Gökalp’ın ırkçılığa karşı oluşu, düşünsel ve sosyal gerçeklikle bir iç içeliğe sahiptir. Gökalp bu yargıya, toplumların, özellikle Türk toplumunun yapısını ve sosyal gerçekliklerini değerlendirerek varmıştır. Ziya Gökalp’ın Cumhuriyet ve demokrasi düşüncelerinde de bir değişme süreci söz konusudur. Padişah aleyhine yürüttüğü söylemlerini meşrutiyetin ilanıyla birlikte askıya alan Gökalp, savaş dönemlerinde de vatan ve dinin selameti için Halife Sultana dualarda bulunmuştur. Bununla birlikte Gökalp, hiçbir zaman özgürlükçü ve halkçı tutumundan vazgeçmemiştir. Onun hemen her yazı ve şiirinin ana teması vatan, ulus, hürriyet, Ulusun eğitimi ve uyanışı üzerine olmuştur. Ziya Gökalp düşüncesinde, Türkçülük ayrı bir yere sahiptir. Zira Gökalp’ın çalışmaları hep Türk toplumunun geçmişi, günü kendi dönemi ve geleceği ile Türk dili ve Türk kültürü üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu duygu ve düşüncelerle O, bilimsel, ahlaki, kültürel ve felsefi bir Türkçülük anlayışı ortaya koymuştur. Gökalp’ın 1908 yılından sonra Türk Milliyetçileri arasına katılması ile ulusçuluk bir sistem haline gelmiştir. 18 yıl Türk toplumunun sosyal ve kültürel yapısı üzerine çalışan Gökalp, bu birikimini Genç kalemler dergisinde, özellikle de Turan’ şiiri ile dile getirmiştir. Bilimsel bir Türkçülük ortaya koyan Gökalp, Türkçülüğün Esasları’nda Türkçülüğü “Türkçülük, Türk milletini yükseltmektir” diye tarif etmiştir. Ona göre Türkçülüğün yakın ve uzak olmak üzere iki hedefi vardır. Yakını Oğuz ya da Türkmen Birliği’; uzağı ise Turan’dır. Türkçülüğünün ülküsünü de Türkiyecilik’, Oğuzculuk ya da Türkmencilik’ ve Turancılık’ olarak üç ana bölüme ayıran Gökalp, Cumhuriyetin ilanından sonra son ikisinden vazgeçmiş ve ülkünün Türkiyecilik’ olduğunu belirtmiştir. Türk toplumu için uygun gördüğü Türkçülük ise toplumsal Türkçülük olmuştur. Onun Türkçülüğünde, halka doğru gitmek ayrı bir öneme sahiptir. Halka hem ondan hars almak hem de medeniyet götürmek için gidilir. Medeniyet-hars ayrımı onun en dikkat çekici görüşlerinden birini oluşturur. Hars, yani kültür, ona göre milli; medeniyet, yani; uygarlık ise evrenseldir. Uygarlığın kültürden sonra ve onun eseri olduğunu savunan Gökalp, Türkçülüğün Esasları’nda kültürü oluşturan unsurları sekiz bölümde incelemiştir. Bunlar; dilde, estetikte, ahlakta, hukukta, dinde, ekonomide, siyasette ve felsefede Türkçülüktür. Sonuç olarak, Ziya Gökalp, Türk düşünce, kültür ve siyaset tarihinin önemli simalarından biridir. İmparatorluk sürecinden Ulus-Devlete geçiş döneminde yaşayan Gökalp’ın, karşılaşılan sorunlar ve bunalımların da etkisiyle Türk toplumu ve Türk kültürü üzerine ortaya koymuş olduğu sosyolojik, kültürel ve siyasal teori ve değerlendirmeler bugün bile gerçekliğini devam ettirmektedir. Zira Gökalp’ın birçok siyasal, dinsel ve kültürel düşünce ve önerileri yeni kurulan Cumhuriyet ile birlikte yaşama geçme olanağı bulmuştur. Gökalp’ın bu toplumsal yaklaşımları üzerinde Batılı algıların da etkili olduğu muhakkaktır. Eserleri * Malta Mektupları * Kızıl Elma 1914 * Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak 1929 * Yeni Hayat 1930 * Altın Işık 1927 * Türk Töresi 1923 * Doğru Yol 1923 * Türkçülüğün Esasları 1923 * Türk Medeniyet Tarihi 1926, ölümünden sonra * Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler » “Önemli Türkologlar“ sayfasına dön! Yorum Yap! Yazı Ayrıntıları... Yazdır! Bu Yazıyı Paylaşın!
ZİYA GÖKALP 1876-1924 Türk, sosyolog ve düşünür. Türkçülük düşüncesini sistemli bir ideoloji haline getirmiş, II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi düşün ve siyaset alanında önemli etkiler yapmıştır. 23 Mart 1876’da Diyarbakır’da doğdu, 25 Mart 1924’te İstanbul’da öldü. İlk ve ortaöğrenimini Diyarbakır’da yaptı. Genç yaşta şiirle ve kültürel konularla ilgilenmeye başladı. Diyarbakır’da tanıştığı Abdullah Cevdet’in etkisinde kaldı. Ondan İstanbul’da meşrutiyeti geri getirmeyi amaçlayan gizli faaliyetlerde bulunulduğunu öğrenince ailesinin karşı çıkmasına rağmen 1895’te İstanbul’a gitti. Mülkiye Baytar Mekteb-i Âlisi’ne girdi. Buradaki öğrenciliği sırasında İbrahim Temo ve İshak Sükûtî ile ilişki kurdu. II. Abdülhamid yönetimine karşı gizli faaliyetlerde bulunduğu için 1899’da tutuklandı. On ay kadar hapis yattıktan sonra gözaltında tutulmak koşuluyla 1900’de Diyarbakır’a sürgün edildi. 1908’e kadar bazı küçük yerel memuriyetlerde bulundu, daha çok okumaya zaman ayırarak kendisini yetiştirmeye çalıştı. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilam üzerine İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Diyarbakır şubesini kurarak siyasi çalışmalara başladı. Peymân ve Diyarbakır gazetelerinde şiirler, yazılar yayımladı. 1909’da Selanik’te toplanan İttihat ve Terakki kongresine Diyarbakır delegesi olarak katıldı. 1910’da İttihat ve Terakki Cemiyeti genel merkez üyeliğine seçilince yeniden Selanik’e gitti. İttihat ve Terakki İdadisi’nde sosyoloji hocalığı yaptı. Bir yandan da Genç Kalemler dergisinde önemli yazılar, şiirler yayımladı. 1912’de Ergani Madeni Sancağı’ndan mebus seçildi ve İstanbul’a yerleşti. Bu dönemde gittikçe artan bir etkinlikle görüşlerini yaymaya başladı. Türk Ocağı’nın kurucuları arasında yer aldı. Derneğin yayın organı olan Türk Yurdu başta olmak üzere Halka Doğru, Islâm Mecmuası, Milli Tetebbular Mecmuası, iktisadiyat Mecmuası, içtimaiyat Mecmuası ve Yeni Mecmua’da. düşünsel ve bilimsel yazılar yayımladı. Bir yandan da Darülfünun’da sosyoloji dersleri verdi. 1. Dünya Savaşı’nın yenilgiyle bitmesi ve İttihat ve Terakki yönetiminin son bulması üzerine tüm görevlerinden alındı. 1919’da da Malta Adası’na sürüldü. 1921 ’de son bulan sürgünden sonra Diyarbakır’a giderek 1922’de Küçük Mecmua’yı çıkardı. 1923’te Maarif Vekaleti Telif ve Tercüme Encümeni başkanlığına atanınca Ankara’ya gitti. Aynı yıl ikinci dönem TBMM’ye Diyarbakır mebusu olarak katıldı. Kısa süren bir hastalığın ardından İstanbul’da öldü. Düşüncelerinin oluşumu Ziya Gökalp’in düşünce dünyası değişik dönemlerdeki farklılıklarına dikkat edilerek değerlendirilmelidir. 1908’e kadar olan dönem özgürlükçü ve değişiklikçi devredir. Bu dönemde Jön Türkler’in anayasacı-lık ve Osmanlı milliyetçiliği düşüncelerinden etkilenmiştir. 1908’den sonra ise Osmanlıcı bir yazar olarak idealist ve milliyetçi grubun sözcüsü olmuştur. İstanbul’da Kazan, Kırım ve Azerbaycan’dan göç etmiş Türk aydınları ile ilişkisi 1912-1919 tarihleri arasındaki milliyetçilik anlayışına Pan-Türkist bir renk katmıştır. Tüm değişikliklere karşın Gökalp’in düşüncelerindeki gelişim süreci anlamlı bir evrim geçirmiştir. Böylesi bir süreçle bağlantılı olarak yaşamının değişik dönemlerinde değişik batılı düşünürlerin etkisi altında kalmıştır. Bergson, Tarde, Fouillee ve Durkheim gibi düşünürler Ziya Gökalp’in ülkenin sorunlarına çözüm arayışına yardımcı olmuşlardır. Türkçülük Çok erken yaşlarda yazmaya başlayan Ziya Gökalp, o sıraların yaygın düşüncelerinin etkisi altındadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde hemen hemen her aydın devletin nasıl kurtarılacağı sorusuna yanıt aramaktadır. Genellikle de devletin bütünlüğü açısından soruna bakılmaktadır. Ancak Osmanlı İmaratorluğu içindeki milliyetlerin bağımsızlıklarına kavuşmaları gerçekleştikten sonra sınırlı bir milliyetçilik akımının gerekliliğine inanılmıştır. Ziya Gökalp Diyarbakır’daki yıllarından beri “istibdat”a karşı mücadele içinde olmuştur. Bu nedenle düşüncelerinde sürekli olarak modernleşmeden yana bir tavır vardır. Dinselliğe karşı da olumlu bir tutum söz konusudur. Türkçülük daha sonra beliren bir düşüncedir. Ziya Gökalp bu düşünceyi Osmanlı son dönem yazarları içinde en sistemli bir bütünsellik çerçevesinde irdeleyip bir siyasi ideoloji haline getiren ve somut siyasal gelişmelere etkili kılan bir yorumcu kimliğindedir. Ziya Gökalp’in düşüncelerinden çok, farklı şeyleri bütünleştiren yeniden yorumcu kimliği belirleyici olmuştur. Türkçülüğünün belirgin özelliği İslam’dan önceki Türk tarihini öne çıkarması olmuştur. Bu konuda Ziya Gökalp’in yaşamının geç dönemlerinde gerçekleştirdiği çalışmaları da vardır. Bunların içinde en önemlisi yarım kalan Türk Medeniyeti Tarihi’dir. Orta Asya Türk tarihinin önemsenmesi sadece tarihsel geçmiş anlamında değil, aynı zamanda kültür alanında da söz konusudur. Türkçülüğünün bir kaynağı da Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında gerçekleştirilen yayınlardır. Bu dayanak bizzat Ziya Gökalp’in ifadesiyle Ahmed Vefik Paşa’nın Lehçe-i Osmani adlı sözlüğü ile Süleyman Paşa’nın Tarih-i Alem adlı yapıtlarıdır. Bu iki yapıt Türklüğün eski tarihinden olumlu olarak bahsetmektedir. Sözü edilen iki yapıtın düşünsel dayanakları da Batılı yazarların çalışmalarıdır. Ziya Gökalp’te Türkçülük düşüncesi bir süreç içinde gelişmiş, olgun biçimine oldukça geç bir dönemde ulaşmıştır. Sentez arayışları Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak adlı Sentez yapıtı da imparatorluğun ideolojik bir sentez aradığı arayışları dönemde kaleme alınmıştır. Bu üç unsuru birleştirmeye çalıştığı dönemde Türkçülüğü de bir tür İslamcılık olarak görmüştür. Türkçülüğün İslamcılığa aykırı bir yönü olmadığını belirtmiştir. Hars ve medeniyet ayırımım yaparken de ilkinin ulusal İkincisinin uluslararası olduğunu savunmuştur. Bu yaklaşımla Türkçülük ile Batılılaşma arasında uyumsuzluk görmemiştir. 4 Bir başka deyişle, İslam ümmetinden olmakla Türk Düşüncelerini milletine ve Batı medeniyetine bağlılığın bağdaşabile- oluşumu ceğini düşünmüştür. Döneminin modernist ve Türkçü İslamcıları’nm düşünceleri hesaba katıldığında Ziya Gökalp’in genelde kökleşmiş düşünceler doğrultusunda bir sentez denemesini gerçekleştirmeye çalıştığı görülmektedir. Ziya Gökalp çağının düşüncelerinin ortak noktalarını saptamaya yönelmiştir. İttihat ve Terakki’nin siyasal doğrultusu ile Gökalp’in düşünceleri arasında bu açıdan da beraberlik vardır. Bir manzumesinde düşmanın ülkesinin viran olacağını Türkiye’nin büyüyüp Turan olacağını söylemişse de, belirgin siyasal değişiklikler karşısında bu düşüncesinin bazı bakımlardan değişikliğe uğradığı görülmektedir. Ziya Gökalp’in güçlü olan Türkçü yönelimi önceleri Turan düşüncesinde somutlaşmıştır. Bu somut tercih de ifadesini Ziya Gökalp’in gözünde güçlü bir önder olan Enver Paşa’da bulmuştur. Ancak 1923’te yayımladığı Türkçülüğün Esasları kitabında Turan’ı belki ileride “Şen’iyet gerçek olacak bir hayal” şeklinde nitelemiştir. Fakat bu niteleme Turan düşüncesinden vazgeçtiği anlamında anlaşılmamalıdır. O sıralar Türkçülüğün amacı olarak üç seçenekten bahsetmiştir Bunların başında Türkiyecilik sonra Türkmencilik ve en son olarak da Turancılık gelmektedir. Siyasal şartlan gerçekçi bir biçimde değerlendirerek, bir anlamda da siyasal güç odaklarına uyumlu davranarak böylesi bir yorum ve program değişikliğine yönelmektedir. Büyük adamların tarihi etkileyecekleri şeklinde Türkçülük bir anlayış çoğu zaman önderlere önemli bir işlev yüklemektedir. Değişik dönemlerde değişik önderlerin ülke sorunlarını çözümleyebileceği ve “milli mefkûrelere” ulaşabileceği düşüncesini benimsemiştir. Bir ara Enver Paşa’da tüm Türkleri siyasi anlamda birleştirebilecek bir önder yeteneği görmüş, daha sonra ise Mustafa Kemal Paşa’ya “İstida” başlıklı iki övgü şiiri yazmıştır. Bir sıralar Talat Paşa hakkında da benzeri bir övgü kaleme almıştır. Liderin toplumsal işlevi konusunda abartılı bir düşüncesi vardır. Mefkûrelerin ancak etkili önderler tarafından gerçekleştirilebileceği düşüncesindedir. Ancak tarihteki büyük adamların rolünün toplumsal koşulların zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıktığını da belirtmektedir. Siyasal şartlara uyumluluğu tarihte önderlere verdiği önemle bağdaşmaktadır. Sosyolojisi Ziya Gökalp’in Türkiye’de sosyolojinin bir bilim olarak oluşumunda belirleyici bir etkisi vardır. Güncel siyasete karşı duyarlılığı nedeniyle bilimi somut sorunları çözecek bir anahtar olarak görmüştür. Sorunlara kapsayıcı bir çerçevede bakmış, tarihten folklora, dinden iktisada kadar birçok konuyla ilgilenmiştir. Bilimin duygudan uzak niteliği üzerinde ağırlıklı olarak durmuştur. Durkheim sosyolojisini ülke sorunlarına uygulamaya çalışmıştır. Sosyolojisinin ekseni Durkheim’ın ahlak ve düzen kavramlarına karşılık ulus ve ilerleme kavramları olmuştur. Ziya Gökalp’in önemi sosyolog olmasından çok, ideologluğundan kaynaklanmaktadır. Düşüncelerinin kapsayıcı niteliği, kapitalizm konusunda geliştirdiği eleştiriden Marxism’in felsefi eleştirisine kadar uzanmaktadır. Çoğu konuyu gündeme getirmesi ve ülke sorunlarına çözümler araması, Türkiye’deki pek çok düşünceyle Ziya Gökalp’in yaklaşımları arasında bağlantılar kurulmasının nedenidir. Hatta aykırı noktalara yönelenler bile Ziya Gökalp’in düşüncelerini bir ölçüt olarak kullanmışlardır. Hars ve medeniyet ayırımını ulusal ve uluslararası ölçütüne dayandırması, sentezci düşüncesini temellendirmesinin ötesinde anlamlıdır. Hars ve medeniyet ayırımı aynı zamanda aydın ile halk farklılığını da ortaya koymaktadır. Medeniyete sahip olan aydının medeniyeti halka götürmesi gerektiğini belirtmiştir. Ancak halkta bulunan ve ulusal olan harsı da aydının işlemesi zorunluluğunu savunmuştur. Bu anlamda aydının işlevine işaret etmiş ve Cumhuriyet döneminin halkçılık yönelimini de etkilemiştir. Etkisi Zaman içinde siyasal gelişmelere duyarlılığı, Ziya Gökalp’i çok aykırı görünen birçok düşünsel gelenekle bağlantılı kılmıştır. Bunun somut düzeyde olduğu kadar soyut düşünce alanında da belirtilerini görmek mümkündür. Atatürk’ün gerçekleştirdiği kültürel değişikliklerin Ziya Gökalp’in düşüncelerinden esinlendiği yaygın kabul gören bir düşüncedir. Halk Fırkası’nın kurulduğu yıl yazdığı Doğru Yol, Hakimiyet-i Milliye ve Umdelerinin Tasnif, Tahlil ve Tefsiri adlı küçük broşürle yeni kuruluşa yol gösterici ve yönelimlerini yorumlayıcı bir tutum içine girmiştir. Bunun ötesinde Atatürk’ün laik uygulamaları Ziya Gökalp’in amaçlarını aşmışsa da, 1928’de İlahiyat Fakültesi profesörlerinin de içinde bulunduğu bir grubun savunduğu dinin millileştirilmesi programı onun özlediği “Camiinde Türkçe ezan okunan” Türkiye amacıyla uyumluluk halindedir. Uygulamaya koyulamayan bu öneri 1930’lu yılların başında gerçekleştirilen dinsel ibadet dilinin Türkçeleştirilme-sinde yaslanılan bir dayanak olmuştur. Ziya Gökalp Türkçülüğün Esasları yapıtında ırkçı olmadığını açıkça belirtmesine karşın II. Dünya Savaşı sırasındaki ve sonraki ırkçı-turancı yaklaşım da onunla düşünsel bir özdeşlik içinde görünmek kaygısını taşımıştır. 1930’lu yılların başında dil ve özellikle tarih konusundaki resmi anlayışın Ziya Gökalp’in genel yaklaşımıyla önemli benzerlikler taşıdığı belirtilebilir. Türk Medeniyeti Tarihi adlı yapıtı bu paralelliğin açık bir göstergesidir. Ayrıca Gökalp’in düşüncesi İslamcı anlayışa başka renkler katmak isteyen muhafazakâr görüşlerle de yakınlıklar taşımaktadır. Böylelikle Ziya Gökalp’in düşünceleri sadece belirli bir düşünsel çizgiyle değil, çok yaygın bir düşünsel çevreyle köprü oluşturmaktadır. Ayrıca Gökalp Arap milliyetçiliğinin etkin bir düşünürü olan Satı Bey’i de derinden etkilemiştir. Ziya Gökalp’in çok yönlü niteliği, düşünsel etkinliği birçok alanda yaşadığı zamanı aşan belirgin izler bırakmıştır. Günümüzde de hem genel olarak düşünceleriyle paralellik gösteren çalışmalarla, hem de dar anlamda düşüncelerinin uzantısı olan yapıtlarla Türkiye’nin düşünsel yaşamım etkilemeyi sürdürmektedir. Ziya Gökalp Hakkında Bilinmeyenler Ünlü yazar ve düşünür Ziya Gökalp 23 Mart 1876 tarihinde Diyarbakır’da dünyaya geldi. Asıl ve bilinen adı ile Mehmet Ziya’dır. Babası yerel bir gazetede çalışmaktaydı. İlk eğitimine Diyarbakır’da başladı. Ailesinden ve özellikle amcasında geleneksel İslam ilmini öğrendi. 1895 senesinde ise İstanbul’a gitti. Baytar Mektebi’ne yani veterinerlik fakültesine ilk kaydını yaptırdı. Buradaki öğretimi esnasında İbrahim Temo ve İshak Sukuti ile bir araya geldi. O yılların ünlü düşünce akımı olan Jön Türkler’den etkilendi. Aynı senelerce İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde görev aldı. Muhalif eylemleri gerekçe gösterilecek 1898 yılında tutuklanacaktır. Bir yıl cezaevinde kaldı. Daha sonrasında 1900’da serbest kaldıktan sonra doğduğu kent olan Diyarbakır’da sürgün hayatı başladı. 1908’a kadar Diyarbakır’da küçük memuriyetlerde bulundu. ilanından sonra İttihat ve Terakki’nin Diyarbakır şubesini kurarak buranın temsilcisi oldu. Peyman gazetesini arkadaşlarıyla çıkardı. 1909 senesinde Selanik’te bir araya gelen İttihat Terakki Kongresi’nde Diyarbakır üyesi olarak görev aldı. Bir yıl sonra, örgütün Selanik merkez yönetim kurulunda görevlendirildi. 1910’da ise tesis edilmesinde ön ayak olduğu İttihat Terakki İdadisinde sosyoloji dersleri verdi. Genç Kalemler dergisini çıkardı. 1912 senesinde Ergani Maden’den Meclis-i Mebusan’a vekil seçildi ve İstanbul’a yeniden taşındı. Ünlü Türk Ocağının kurucuları arasında yer aldı. Derneğin yine önemli bir yayın organı olan Türk Yurdu dergisi başta olmak üzere; İçtimaiyat Mecmuası, İslam Mecmuası, Milli Tetebbular Mecmuası, Halka Doğru, İktisadiyat Mecmuası ve Yeni Mecmua’da makaleler kaleme aldı. Bir yandan da İstanbul Üniversitesi’nde sosyoloji dersleri verdi. Birinci Dünya Harbinde Osmanlı Devleti’nin mağlup oluşundan sonra, tüm vazifelerinden alındı. 1919 senesinde İngilizler tarafından Malta Adası’nda ikinci sürgünü başladı. 2 yıllık sürgün yılının sonrasında yeniden Diyarbakır’a gitti, Küçük Mecmua’yı neşretti. 1923 senesinde Ankara’ya gitti. Maarif Vekaleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığı’nda görevlendirildi. Aynı yıl İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Diyarbakır vekili olarak bulundu. Kısa süreli ancak ani bir rahatsızlığının ardından, takvimler 25 Ekim 1924’ü gösterdiği sırada İstanbul’da vefat etti. YAPITLAR başlıca Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak, 1918, yeni haflerle, 1950 Türk Töresi, 1923, yeni harflerle, 1976 Doğru Yol, 1923, yeni harflerle, 1947 Türkçülüğün Esasları, 1923, yeni harflerle, 1939 Türk Mdeniyeti Tarihi, 1926,yeni harflerle, 1974. Şiir Kızıl Elma, 1914, yeni harflerle, 1941 Yeni Hayat, 1918,yeni haflerle, 1941 Altın Işık, 1923, yeni harflerle, 1942
• 23 Mart 1876 tarihinde Diyarbakır'da doğan Ziya Gökalp, Milli Edebiyat döneminin ve Türk milliyetçiliğinin fikir babasıdır. Türkçülük hakkındaki düşünceleriyle 1911-1922 arası dönemini etkilemiştir. Bir sanatçı olmaktan çok bir düşünce adamı ve sosyolog olan Gökalp, edebiyatı düşüncelerini geniş kitlelere ulaştırmakta bir araç olarak kullanmıştır. • Gökalp, iyi bir düşünce şairi, sosyolog, araştırmacı ve siyasetçidir. İstanbul Üniversitesi'ndeki ilk sosyoloji profesörü olarak aynı zamanda Türk sosyolojisinin kurucusudur. Türkçülük hakkındaki görüşleri ilk başlarda "Turancılık" ilkesine, yani bütün Türk dünyasının birleşmesine dayanıyordu. Bu düşüncesi sonraki yıllarda Turan'dan Türkiye Türkçülüğüne doğru daralmıştır. • Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin ve Ali Canip ile birlikte "Yeni Lisan" hareketini ve dolayısıyla Milli Edebiyat akımını başlatan sanatçılar arasında yer alır. Bu sanatçılar, 1911 yılında Selanik'te çıkmakta olan "Genç Kalemler" dergisinde "Yeni Lisan" adıyla bir makale yayımlamışlar, bu makalede milli edebiyatın prensiplerini belirlemişlerdir. "Yeni Lisan"da milli bir dil ve edebiyattan söz edilir. • Ziya Gökalp ilk şiirlerinde aruz veznini ve divan edebiyatının nazım şekillerini kullanır. 1910'lu yıllardan sonra ise milli edebiyatın ölçüsünün hece olduğu inancıyla birlikte şiirlerinde hece ölçüsünü ve halk edebiyatı nazım şekillerini kullanmaya başlar. • 1911 yılında yayımladığı "Yeni Hayat ve Yeni Kıymetler" başlıklı makalesinde YENİ HAYAT isimli projesinin prensiplerini ortaya koymuş, 1915 yılından itibaren bu görüşe göre kaleme aldığı makalelerini "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak 1918" isimli kitabında anlatmıştır. Yeni hayat; kendini, milletini ve kültürünü tanıyan, milletinin dilini ve tarihini bilen, ona sahip çıkan kişinin yaşama biçimidir. • Ziya Gökalp milli bir şiir ahenginin oluşması için çabalamıştır. Bununla ilgili olarak "Türkçülüğün Esasları 1923" isimli kitabında milli bir edebiyatın nasıl olması gerektiğini anlatmıştır. Gökalp, milli bir edebiyatın halk masalları ve halk efsaneleri ile oluşturulabileceği inancıyla Türk masallarını ve efsanelerini manzum bir şekilde kaleme almak için çalışmalar yapmıştır. Örneğin "Altın Işık 1923" adlı kitabında Türk masallarını manzum bir şekilde yeniden düzenleyerek okuyucuya sunmuştur. Eserleri Kızıl Elma 1904, Şaki İbrahim Destanı 1908, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak 1918, Altın Işık 1923, Türkçülüğün Esasları 1923, Türk Töresi 1923, Doğru Yol 1923, Türk Medeniyeti Tarihi 1926 Araştıran ve yazan Hüseyin Araslı
ziya gökalp hayatı edebi kişiliği ve eserleri